Gündemle ilgili açıklamalarda bulunan Başkan Kızıltan, pandemi sürecinin iş dünyasını şu ana kadar görmediği belirsiz, sıkıntılı bir sürece soktuğunu söyledi. Bu problemden küçük, orta veya büyük olsun olumsuz anlamda etkilenmeyen firma ve sektörün olmadığını vurgulayan Kızıltan,
“Özellikle küçük esnaf ki sayıları bakımından 2 milyonun üzerinde olduğunu düşünecek olursanız olayın ekonomik ciddiyeti daha da ortaya çıkmaktadır. Bu sorunlardan en çok etkilenen kesimdir. Öte yandan ülke ekonomisinin omurgasının yani, neredeyse yüzde 95’inin küçük ve orta ölçekli firmalar olduğunu ve bunların sayısının da girişimci bazında 1 milyon 300 bin olduğu göz önünde tutulduğunda toplamda kayıtlı Türkiye çapında 3 milyon 300 bin girişimci, şirket ve esnaf olduğunu görüyoruz. Geçindirdikleri ailelerle ortalama 10 milyon kişiden, yanlarında çalıştırdıkları istihdamın neredeyse en az 25 milyon kişi olduğunu görüyoruz.
Yani, istihdam edilen, çalışan Türkiye nüfusunun neredeyse yüzde 80’den fazlasını işte bu ekonomik sorunlarla boğuşan girişimciler, firmalar, esnaf yani devlete yük olmayan, vergisini vererek aksine devletin yükünü sırtlayan özel sektör sağlıyor. Şimdi bu noktadan bakıldığında iş dünyasına verilen her desteğin ne anlama geldiği sanırım daha da net ortaya çıkmaktadır. Peki, somut söylenmesi gereken nedir? Öncelikle Türk ekonomisinin dolaylı vergi denen şeyden kurtulması gerekir. Üretime net destek verilmesi gerekir. Milli ve yerli üretime destek verilmesi gerekir. Vergilerin daha adil ve gerçekçi olması gerekir. İstihdama net teşvik verilmesi gerekir. İşte önümüzde bir varlık barışı benzeri bir uygulama daha bekleniyor. Yapılması gereken nedir, iş dünyasının beklediği nedir?” ifadelerini kullandı.
“Önümüzü göremiyoruz”
Varlık barışının normal şartlarda sürekli ortaya atılmasını hiçbir zaman çok doğru bulmadıklarını vurgulayan Kızıltan,
“Önemli olan vergi, SGK gibi giderlerin makul ve adil bir rakamda olmasını, vergilerin gerçek olmasını ve dolaylı vergilerle iş dünyasının ezilmemesini savunduk. Böyle olursa sürekli varlık barışı gibi şeylere gerek kalmazdı. Ancak, bugün tüm süreçlerin ve klasik ekonomik krizlerin çok ama çok ötesinde büyük bir sorun yaşıyoruz. Hala devam eden ve en az birkaç yıl daha devam edecek gibi görünen bu sorun ekonomimize ciddi hasarlar verdi. Devletimiz bu süreçte anlamlı destekler verdiyse de, pandeminin devam etmesi hala işi yerlerinin para kazanamamasına neden oluyor. Ama ödemeler, masraflar durmuyor.
Bu süreçte gerek kapsamlı ve adil bir af ve faizsiz daha uzun vadeli bir yapılandırma iş dünyasını tamamen kurtarmasa da bu yıl için nefes aldıracaktır. Unutmayalım, iş dünyası ayakta durursa Türkiye ayakta durur. Toplanan vergilerin neredeyse yarısını ödeyen bir camiadan, toplam istihdamın yüzde !? Dünyada savaşların ticaret üzerinden, markalar ve firmalar üzerinden, ihracat rakamlarıyla yapıldığı bir çağda kapanan her firma, zarar eden her sektör Türkiye’nin ulusal güvenlik sorunu gibi görülmelidir. Kapanan her firma, her sektör bu küresel ekonomik savaşta kaybedilen bir cephedir.
İşte bu ticaret savaşlarına en net örneklerden biri son günlerde Suudi Arabistan ve bazı körfez ülkelerinin Türk mallarına uygulayacaklarını söyledikleri boykot. Mersin özelinde çevre hinterlandımızdaki birçok üretim kentini olağan üstü etkileyecek bir karar. Elbette bunun lojistik anlamda olumsuzluğunu biz de göreceğiz. Suudi Arabistan Ticaret Odasının Türk ürünlerinin ülkeye girişini engellemeye yönelik adımları her ne kadar ekonomik savaşların bir parçası gibi görünse de serbest ve adil ticaretin bu şekilde siyasi hilelerle engellenmesi, gelecekte benzer durumlar yaşayacağımıza bir işarettir. Bu da, yeni pazarlarda daha agresif olma gerekliliğini ortaya koymaktadır.
Ticaret siyaset üstü bir konudur. Türk iş dünyası olarak rekabete dayanan bir ticari savaştan korkmayız. Kim daha güzel ve kaliteli üretiyorsa o kazansın. Ama böyle siyasi hilelerle iki ülke arasındaki ticarete engel olma çabasının hiç kimseye, Suudi Arabistan’a da kazandıracağı bir şey yoktur. Ama biz iş dünyasının insanları duygularımızla değil, aklımızla hareket ederiz. Diyalogun kesilmemesinin sorunları çözeceğine inanıyoruz” şeklinde konuştu.
“İstihdama verilen teşvik sosyal huzura verilmiştir”
İstihdam teşviklerinin de arzu edilen noktada olmasa da yerinde ve zaman geçirmeden uygulanması gerektiğine dikkat çeken Kızıltan,
“İstihdama verilen her teşvik ülkenin sosyal huzuruna verilmiş demektir. İşe geri alınan çalışan için işverene teşvik verilecek teşvik pandemi sürecinde işsiz kalanlar için de önemli bir destektir. Kısa çalışma ödeneğinin süresi Temmuz 2021’e kadar uzatılabilecek olması da olumludur. Kurumlar vergisinde yapılması planlanan indirimleri de yerinde buluyoruz. Bu kriz diğerlerine benzemiyor, iş dünyası gerçekten büyük zarar gördü.
Firmalarımız bu süreci bir dayanışma süreci olarak gördü, çalışanlarını işten çıkartmadılar. Birikimlerini bu süreçte harcadılar. Ama yedek akçeler tükendi. Bu desteklerin hepsi yerinde ama ülke olarak çok daha kapsamlı, palyatif olmayan, daha köklü ve uzun vadeli bir ekonomik paketi hep birlikte planlamak zorundayız. Üretimde, ihracatta, yerli ve milli üretimde, ithal ikamesinde, yurt dışı pazar bulma konusunda, dijital ekonomide, kısaca ekonomide katma değer oluşturacak hangi konu varsa daha daha agresif olmak, daha korumacı olmak zorundayız.
Girişimcilerimizi, firmalarımızı, sektörlerimizi, milli ve yerli ürün ve üretimimizi korumalıyız, destek olmalıyız. Aksi takdirde küresel pazarlarda rekabetçiliğimiz kalmaz. Sadece iş gücü avantajı maliyeti ile rekabetçi olmak zor. Dünyanın ilk 10 ekonomisine girme hedefinde olan Türkiye sadece ucuz iş gücü ile bunu yapamaz” diye konuştu.